Adsız

EKO IQ, Turkey’s first and foremost green business & life magazine generously published my reflections on the International Scientific Conference “Our Common Future under Climate Change” that took place at UNESCO and UPMC (Paris) in July 2015. This was the largest forum for the scientific community to come together ahead of the 21st UNFCCC Conference of the Parties (COP21).

As the issue is archived, the full text in Turkish is now available for free access.

Paris Yolunda Bilim İnsanları Ses Verdi: Ortak Geleceğimiz İçin Harekete Geçelim

Arif Cem Gündoğan

Oldukça yoğun geçen günlerin ardından uçak yerine Paris-Londra treninden yazıyorum bu satırları. Bilgisayarımı en son tren istasyonunda bisiklet sürmek vasıtası ile şarj etmiştim. İstasyonun hemen yanındaki caddede onlarca elektrik şarj istasyonu bulunuyordu. İklim değişikliğinin hayatımızın her alanında köklü değişikliklere yol açacağını tahmin etmekten ziyade, yaşayarak öğrendiğimiz günlerdeyiz. Problemin kaynağına yönelik çözüm önerilerini uygulamaya geçirmekte bunca geç kaldığımız için, olumsuz etkilere de uyum sağlamak zorundayız. Peki iklim bilimcileri arasında en güncel tartışma alanları ve bulgular neler? Bu sorunun yanıtlarını 7-10 Temmuz’da UNESCO, IPCC ve Fransız Hükümeti tarafından düzenlenen “İklim Değişikliği Altında Ortak Geleceğimiz” konferansında bulma şansım oldu.

Bu yılın sonunda yine Paris’te düzenlenecek tarihin belki de en kritik iklim zirvesi olan 21. Taraflar Toplantısı (COP21) öncesinde iklim bilimine dair en büyük toplantıya 100’u aşkın ülkeden yaklaşık 2000 biliminsanı katıldı. 190 oturumun gerçekleştirildiği konferansın ana amaçları Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelinin (IPCC) 5. Değerlendirme Raporu (AR5) bulgularını yeni araştırmalar ışığında güncellemek; iklim değişikliği ile mücadele, uyum ve sürdürülebilir kalkınma konularına farklı açılardan bakarak disiplinlerarası, veriye ve bilimsel kanıtlara dayalı çözüm önerileri geliştirmek; ve kritik öneme sahip iklim zirvesi öncesinde bilim-toplum-politika arasındaki diyaloğa katkıda bulunmak olarak özetlenebilir. Toplantı çıktılarını tek yazıda özetlemek tahmin edeceğiniz üzere imkansız. Bunun yerine sizlere en temel ve çarpıcı mesajları iletmek isterim.

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Sekretarya Başkanı Christiana Figueres’in etkinliğin açılışında paylaşılan mesajında ülkelerin uzun vadede “sıfır salım” hedefine ulaşmasının gerekliliğinin altını çizerken, sera gazlarının ikame edilmesi (offset) yerine net azaltım yapılmasının önemine dikkat çekti. Organizasyon komitesi ve Pierre-Simon Laplace Enstitüsü başkanı Hervé Le Treut’un bilim dünyasının gündemine dair vurgusu ise bir diğer dikkate değer gelişme oldu: “Bilim gündeminin yalnızca insanları sorunlardan haberdar etmek olmadığı, bunun yanı sıra çözüm önerileri sunduğu bir sürece girdik”. Le Treut ayrıca olası çözüm önerilerinin hızla ölçeklendirilebilir olmasının önemine değinerek, yeni bakış açılarına ve yenilikçiliğe olan ihtiyaca değindi. Açılışta konuşan Fransa Çevre, Enerji ve Kalkınma Bakanı Segolène Royal ise bilim insanlarına seslenişinde “fikirler savaşını kazandık, şimdi eylemler savaşını kazanmamız gerekiyor” dedi. Royal böylelikle artık boş sözlerin değil eylemlerin konuşma zamanının geldiği mesajı verdi.

Oslo Üniversitesi Profesörü Karen O’Brien, iklim değişikliği sorununun yalnızca teknolojik yaklaşımlarla çözülemeyecek bir sorun olduğunu söyleyerek inançlar, değerler ve duygular üzerine araştırmalar yapılmasının öneminin altını çizdi.

Konferansa farklı bir derinlik katan sunumlardan birinde Oslo Üniversitesi Profesörü Karen O’Brien, iklim değişikliği sorununun yalnızca teknolojik yaklaşımlarla çözülemeyecek bir sorun olduğunu söyleyerek inançlar, değerler ve duygular üzerine araştırmalar yapılmasının öneminin altını çizdi. Bu noktada iklim değişikliği çerçevesinde sosyal ve beşeri bilimlere düşen rolü alkışlar arasında üzerine basa basa vurgulamış da oldu. Konferansın en ilgi çeken oturumlarından birisi The Guardian medya grubunun “Kömürü Yerin Altında Tut” (#keepitintheground) kampanyasının ve iklim değişikliği bağlamında medyanın rolünün tartışıldığı oturumdu. Gazetenin kıdemli çevre editörü Damien Carrington, gezegeni tehlikeye atmamak adına bu sorumluluğu açıkça dillendirmeyi tercih ettiklerini belirtti. Bilim insanlarına yönelttiği soruda The Guardian’ın kampanyasının geniş destek aldığını da yoğun alkışlar eşliğinde görmüş olduk.

Carril şu sözleri ile oldukça büyük bir alkış alarak bir anlamda bilim insanlarının da aynı çekincelere sahip olduğunu ortaya serdi: “Esnek veya dayanıklı (resilient) küresel bir gelecek istemiyoruz. Biz bundan özellikle kaçınmak istiyoruz. Dayanıklılık istemiyoruz. [İklim değişikliğine] direnç ve karşı koyuş (resistance) istiyoruz.

Konferanstaki fikir ve bakış açılarının neredeyse iki farklı ucunu temsil eden konuşmacılar olan Johan Rockström ve Luis Felipe Carril arasındaki diyalog hatırlanmaya değecek ve önümüzdeki iklim gündemini meşgul edecek ana tartışma aksı olarak kayıtlara geçti. “Gezegensel sınırlar” (planetary boundaries) kavramını ortaya atan isimlerden biri olan Stockholm Resilience Center’den Johan Rockström, gezegeni kompleks bir sistem olarak tanımlayıp ana amacımızın bu sistemin dinamiklerini sağlam tutmak olması gerektiğini savunurken; Meksika Ulusal Üniversitesi İklim Araştırma Merkezi’nden Dr. Luis Fernández Carril “dayanıklılık” (resilience) konseptinin tıpkı “yeşil ekonomi” ve “sürdürülebilirlik” kavramları gibi politikacılar ve özel şirketler tarafından içi boşaltılarak kullanılmasına karşı çıktı. Carril, bu kavramın dikkatsizce kullanımının hakkaniyet, eşitlik, ve adalet çerçevelerinde ekolojik ve sosyolojik yıkımlara ve adaletsizliklere yol açtığını belirtti. Carril şu sözleri ile oldukça büyük bir alkış alarak bir anlamda bilim insanlarının da aynı çekincelere sahip olduğunu ortaya serdi: “Esnek veya dayanıklı küresel bir gelecek istemiyoruz. Biz bundan özellikle kaçınmak istiyoruz. Dayanıklılık istemiyoruz. [İklim değişikliğine] direnç ve karşı koyuş istiyoruz. Yıkımın normalleştirilmesine karşıyız”.

4 günlük konferans boyunca iklim biliminin her alanını temsil eden katılımcılar düşük-karbon veya karbonsuz bir geleceğe dair vizyonlarını ortaya koydu. Örneğin Carnegie Bilim Enstitüsü’nden Ken Caldiera, katılan bilim insanlarına düşük karbonlu bir dünyada yaşamaya arzu duyan toplumlar nasıl yaratılabilir sorusunu yöneltti. Uluslararası Enerji Enstitüsü’nün (IEA) çiçeği burnunda başkanı Fatih Birol ise yeni sağlanan ABD-Çin mutabakatı, AB 2030 hedefleri gibi gelişmeleri olumlu karşılarken şirketlerin iklim değişikliğini stratejik olarak ele almamasının büyük bir hata olduğunu belirtti. Yalnızca vizyonun yetmeyeceğini somut hedeflere de ihtiyacımız olduğunun altını çizen Birol, enerji sektörüne önemli sinyaller verilmesi gerektiğini söyleyerek 2020 itibarı ile enerji kaynaklı sera gazı salımlarının zirve yapıp sıfıra doğru harekete geçmesi gerektiğini yineledi. Fatih Birol’dan sonra söz alan Uluslararası Çevre ve Kalkınma Enstitüsü’nden uyum uzmanı Saleemul Huq ise +3 veya +4C° daha sıcak bir dünya riskini göze almamamız gerektiğini, sera gazı azaltımı konusuna ağırlık verilmesinin bu riski hafifletmekle birlikte kaçınılmaz olan etkilere uyum konusunda ilerlemeye ihtiyaç olduğunu belirtti.
İklim değişikliği konusunda ciddi bir metin yayınlayan Papa Francis’in bilim danışmanlarından olan Potsdam İklim Etkileri Araştırma Enstitüsü’nden Hans Joachim Schellnhuber etkileyici konuşmasında “karbon çağının bittiğini” vurguladı. Bu bağlamda Schellnhuber küresel ortalama sıcaklık artışını maksimum 2°C derecede sınırlamamız gerektiğinin altını çizerek ekledi: “Eğer iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden kaçınmak istiyorsak bunun tek yolu karbona dayalı ekonominin acilen küçülerek yok olmasıdır”. Schellnhuber iklim politikaları çerçevesinde adalet konusuna da değinerek, etkilerin ve azaltım önlemlerinin bedelini yoksulların ödememesi üzerinde de uyarılarını dile getirdi. Konferans bilim komitesi başkanlığı yürüten Chris Field ise karbon sonrası bir çağa doğru gittiğimizi belirterek, iklim değişikliği ile mücadele ve uyumum sürdürülebilir kalkınma hedefleri ile uyumlu bir biçimde düşünülmesi gerektiğini ifade etti. Konferansın kapanış bildirisini de sunan Field, sıcaklık artışını maksimum 2°C’e tutabilmenin tek yolunun karbon salımlarının 20 yıl içinde sıfırlanmasından geçtiğini belirtti.

Konferansın önemli bir boyutu da orada paylaşılan bilginin internet üzerinden hızla demokratikleştirilmesiydi. Konferans boyunca geleneksel medya (AFP, Reuters gibi önde gelen haber ajansları canlı yayınlar yaptı) ve sosyal medya kanallarının aktif ilgisi dikkat çekiciydi. Bunun yanı sıra New York Times cevre editörü Andrew Revkin, The Guardian editörü Damien Carrington ve Der Tagesspiegel çevre editörü Dagmar Dehmer gibi kıdemli gazeteciler oturumları an be an takip ettiler. Sosyal medya kanadında #CFCC15 etiketi altında 22,187 tweet atılırken, bu tweet’leri dünyanın hemen her yerinden yaklaşık 20 milyon kullanıcı görüntüledi. Özetle 4 gün boyunca dünyanın gözünün bu etkinlik üzerinde olduğunu söylemek yanlış bir yorum olmayacaktır.

Peki Türkiye tüm bunların neresinde? Oluşturulan modellerde Türkiye’nin iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden en fazla payı alacak bir bölgede olduğunu biliyoruz. Dahası Türkiye’de sosyo-ekolojik kırılganlıklar da ciddi seviyede. Bu anlamda yapmamız gereken çok şey var. UNFCCC ve Kyoto Protokolüne oldukça geç dahil oluşumuz bundan önceki rejimde iklim mücadele ve uyum araçlarının yani sıra finansmandan da yararlanamamamız sonucunu doğurmuştu. Yeni belirginleşen iklim rejiminde ise sera gazı salım artış hızında bir rekortmen olan Türkiye’nin sorumluluk almaktan kaçınması zor gözüküyor ve sonuçları itibari ile bu durum Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele ve uyum konularında yalnızlaşacağı anlamına gelir. Türkiye’nin COP21 kapsamındaki pozisyonunun ne olacağını İklim Değişikliği Başmüzarekecisi Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar’ın 29-30 Haziran’da New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu İklim Değişikliği Üst Düzey Etkinliğinde ifade ettiği üzere en erken Eylül ayında görebileceğiz. Geç olsun güç olmasın yeter ki Türkiye’nin yeni iklim rejiminde aktif bir oyuncu olmadığı seçeneğini görmeyelim. Ekonomik, sosyal ve çevresel açıdan düşük karbonlu bir ekonomiye geçiş Türkiye’nin yararına olmakla kalmayacak, Türkiye’nin kendini kömür-bazlı enerji stratejisi gibi tuzaklara kilitlemesinin de önünde en büyük bariyer olacaktır. Gelecek kuşaklara böyle bir ülke bırakmak hepimizin borcudur.