Co-authored opinion piece published on BirGun newspaper on 5 October 2014 (in Turkish):

5oct14

İklim Adaleti İçin Talep Değil Tesis Zamanı

BirGun Gazetesi, 5 Ekim 2014

400.000’den fazla kişinin New York sokaklarında, on binlerce başkasının ise dünyanın diğer pek çok şehrinde sokağa çıktığı ve iklim adaleti mücadelesini ayağa kaldırdığı Halkların İklim Yürüyüşü üzerinden 2 hafta gibi bir süre geçti. Rüzgar dindi, toz çöktü. BM Genel Sekreteri Ban-Ki Moon’un inisiyatifiyle toplanan Liderler Zirvesi, yeni ve anlamlı taahhütler yerine (2016 itibariyle %100 yenilenebilir elektrik arzı sözü veren Kosta Rika gibi ülkeler dışında) ana akım sözler ve halihazırdaki politikalara devam edileceği sözleriyle tamamlandı. Yine de 2015 yılının sonunda Paris’te düzenlenecek 21. Taraflar Toplantısı’nda karara bağlanacak bir uluslararası anlaşma için yelkenleri hafif de olsa şişirecek bir rüzgar oluşturuldu. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini 12 yıl gecikmeyle imzalayan Türkiye’nin resmi pozisyonunun ise, kendisine pek dinleyici toplayamayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında çizildi.

Erdoğan, küresel iklim kriziyle mücadele yolunda Türkiye’nin 1.3 milyar hektarlık orman alanı oluşturacağını, 1990-2012 döneminde sera gazı salım miktarından %21 oranında düşüş sağladığını ve aynı dönem için karbon yoğunluğunun yarı yarıya azalttığını iddia etti. Ancak görünen köy net bir azaltıma değil o dönem için -hiçbir iyileştirme yapılmaması halinde- öngörülen sera gazı artış miktarındaki azalmaya işaret ediyor. Karbon yoğunluğundaki azalmanın ise alınan önlemler değil büyük ölçüde GSMH’deki artışla ilgili olduğu düşünülüyor. 2015 itibariyle sonraki süreçlerde uluslararası karbon piyasalarına eklemlenmek beklentisi ile ulusal bir karbon ticareti sistemi kurmaya hazırlanan Türkiye’nin HES, termik santral, nükleer rüyalar ve kaynağı şüpheli petrol ve doğal gaz yatırımlarıyla beslenen, stratejik olarak sığ ve agresif kalkınmacılığı göz önüne alınınca pek de farklı bir vizyonla masada olması mümkün değildi zaten.

2009 yılında Kopenhag’daki iklim zirvesinde adil, etkili ve bağlayıcı bir anlaşma üretemeyen liderler, bir kez daha ulus-devlet sistemine, küresel ekonomik güç odaklarına ve tekil çıkarlara bağlı bir müzakerenin freni patlamış şekilde yokuş aşağı giden iklim krizine cevap olmayacağını gösterdiler. Kopenhag’daki zirveden bu yana geçen 5 yıl içerisinde BM iklim sözleşmesi sürecindeki atalete ve çıkmazlığa cevaben küresel iklim adaleti hareketinin bazı unsurlarının talep etmekten tesis etmeye evirildiğine tanık olduk. Pek çok farklı bileşen, salonlardan sokaklara, mahallelere, şehirlere, bölgelere daha güçlü biçimde yayıldı. Geçtiğimiz Eylül başında Almanya-Leipzig’de düzenlenen Planlı Ekonomik Küçülme (Degrowth) Konferansı’ndaki ortak bilinç de New York sokaklarında Seattle’dan sonra tekrar yan yana gelen çevre ve emek örgütleri de dünyaya iklim adaleti çatısı altında büyüme-bağımlı kapitalizmin meselenin fiziksel ve sosyo-ekonomik aciliyetine derman olamayacağını hatırlattı. Yoksulların yaşam alanlarını savunmak için kır-kent ayrımlarını aşan ekoloji mücadelesiyle, sanayileşmiş ülkelerdeki ekonomik büyüme fetişini kıracak küçülme ve düşük-karbonlu sistem dönüşümü mücadelelerine tanık olduk. Bulunduğumuz noktada, Naomi Klein’in “Bu Her Şeyi Değiştirecek” isimli yeni kitabında da dediği gibi, küresel ortalama sıcaklıklardaki 3-4oC derecelik bir artış gezegeni hiç tanıyamayacağımız bir yer haline getirebilecek. Velhasıl iklim krizine adil ve eşitlikçi bir çözüm bulabilmek için son düzlükteyiz.

Mathieu Kassovitz’in 1995 tarihli filmi ‘La Haine’ şöyle bir sahneyle başlar: “Bir gökdelenden aşağı düşmekte olan adamın hikayesini duydunuz mu? Adam her katta kendini avutmak için şöyle diyormuş: Jusqu’ici tout va bien (Buraya kadar her şey yolunda). Fakat asıl önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.” İçinde bulunduğumuz dönem iklim adaleti meselesinin yerelden küresele sadece mücadeleleri bağlamak değil yeni bir yaşam biçimini de tesis etmekten, yani “liderlere taleplerimizi iletiyoruz” demekten çok daha fazlasını gerektiriyor. Ekonomi başta olmak üzere birlikte yaşama biçimlerimiz ve doğa ile ilişkimiz hakkındaki düşünce ve hareketlerimizde radikal bir dönüşüme ihtiyacımız var. Bu dönüşüm, ulus-devlet odaklı müzakerelerle, ulusal çıkarları ve kısa dönemli seçim kaygılarını ön planda tutan politikalarla veya atmosferi, suyu, toprağı birimlere ayırıp metalaştıran piyasa-bazlı (karbon ticareti ve denkleştirmesi -offsetting- gibi) sahte çözümlerle gelmeyecek. Zira bu dönüşüm, iklim krizinin sadece aşırı hava olayları şeklinde ortaya çıktığı fikrinden ve dolayısıyla sadece afet riski azaltımına vurgu yapmaktan öteye geçerek, üretim ve paylaşım sistemimize, 3. Köprüye, 3. Havalimanına, enerji açlığına yeni bir politik gözle bakmak demektir. Bu da Kassovitz’in filminde dediği gibi yere çarpmadan ve kırılmadan bu kırılgan gezegen üzerinde eşitçe yaşamamızın yegane biçimi olacaktır. Halkların İklim yürüyüşündeki yüzbinlerin sembolik gücü yüksekti, ancak liderlere yöneltilen bu adalet talebinin içini doldurmak ve yaşamı dönüştürmek küresel ekonomik sistemi parça parça değiştirmekten geçecek.

Ethemcan Turhan (Mercator-IPC araştırmacısı, Sabancı Üniversitesi)
Arif Cem Gündoğan (Y. Lisans, King’s College London)